30 Eylül 2009 Çarşamba

Onur hiç bu kadar iyimser olmamıştı!

Az önce Mehmet Can'la konuşurken (bkz. ism balkon tayfa, kalof @etna, yetimler yanıyor, osman'ın kafası yarıldı) çok iyimser olmam gerektiğini farkettim.

En azından tamir edilen arabamda hava yastığı vardı! Ya kanepe yastığı, bürosit minderi falan olsaydı? Daha tehlikeli...

Ayrıca 4 tekeri hala kara üzerindeydi!

Direksiyon radyo kumandasındaki tuşlar elde kalmaya son derece müsait olsa da radyoyu direksiyondan kumanda edebiliyorduk!

Frenler tutmuyordu, ama her şeyi de devletten bekleyemeyiz ki? Sonuçta enkaz toplandı :) Varsın duramasın, hiç mi The Flinstones izlemedik, hiç mi Fred Çakmaktaş gibi arabayı durdurmak istemedik?

Ehehe.

İşte siz bunu yaptınız.

Kabahatinizi satın alarak düzelttiğinizi sanıyorsunuz.

Şimdi de size minnet duymamı bekliyorsunuz.

Öyle bir minnet ki, ihaneti şikayet etmeyerek ödüllendirecek.

"Bunca yıllık hukukumuz"a rağmen bunu yapanları kimseye şikayet etmeyerek.

O dediğiniz filmlerde olur :)

Bunca yıllık hukukumuz için zaten mahkemeyle muhattap olmadınız! Aşağıdaki yazıda fotoğraflarla başarısızlığınız, hayatımızı tehlikeye attığınız sabit.

Yazık ki bu yaz bir adam, hatta size göre bir çocuk (ha-ha. LoL. JK.), size işinizi öğretti, etik dersi verdi. Bozuk üslubunuza rağmen sizinle muhattap oldu. Baştaki iyi niyetinize karşılık vermek adına sizi avukatımıza, yargı yoluna da havale etmedik. Bu da sizin şükredeceğiniz yer.

Biz zararımızla diyetimizi ödedik. Siz de ödeyeceksiniz.

Yanlış anlamayın, sizi seviyoruz. Bundan sonra hiç bir seveninizi, sevdiğinizi üzmeyin diye bunları yazıyoruz. Teşekkür ederim ki beni ve yazılarımı takip ediyorsunuz :) Çok sağolun. Sizlerden feedback almak çok güzel... Sağol Murat... (bkz: the Astra incident)

Not: Astra olayı tam olarak anlaşılamamıştır.

Bu nedenle kişi ve kurum isimlerini hayal ürünü gösteriyorum. Ama olay tamamıyla gerçektir. Ve parçaların çoğu muadil.

Türkiye'nin bu karanlık ve puslu servisinin adı artık bende kalsın.

Ben otomotiv sektörünün Gladio'suyum!
Bookmark and Share

Çok güzel haberler aldım!

Yazılarım istediğim yerlere ulaşıyormuş :) Çok sevindim.

Vallahi ben terbiye öğrenecek yaşı geçtim, terbiye konusunda da alacağımı aldım; siz ticareti bilecek halde değilsiniz ama.

Babamı bile bana karşı doldurmaya kalktınız. Ama abarttınız.

Yazılarımda küfür yoktur, içimden ettiğim küfürler, sövdüklerim, saydıklarım, yaptıklarınızın yanında "hiç" kalır!

Ben sizden aldığım servis hakkında yorumumu istediğim şekilde yaparım, istediğim yerde yayınlarım, hatta istediğim terbiye ölçütünde yazarım!

Bunca yıllık hukukumuz varmış! Sen bunca yıllık hukukun olan müşterine böyle yaparsan, müşterin de kötü lansmanını yapar tabi!

Diyecek başka sözüm yok. Gerçekten yok. Telafi etmişsiniz yaptığınızı, içinize sinmiştir artık.

Yahu kim yalan söylüyor burada? Gerçekleri konuşmak mı yanlış oldu?

Bu da adresine ulaşır elbet yakında :)

Hem anlayan da anladı. Bundan sonra Türkiye'nin bu karanlık ve puslu servisinde geçen hikayelerde kişiler ve kurumlar hayal ürünü olacak, ancak olayların gerçek olduğu değişmeyecek.

Takipçilerime selam olsun!
Bookmark and Share

23 Eylül 2009 Çarşamba

USİS Ekle-Sil dönemine ithafen...

Yıldız Teknik Üniversitesi, Makine Mühendisliği 2. öğretim harcı: 764,50 TL.

Zorunlu olarak, harçla birlikte karambolde alınan bağış: 35 TL.

Acıbadem - Yıldız - Davutpaşa - Acıbadem benzin parası: 50 TL.

Yemekhanede tabldot: 3 TL.

İkinci öğretimken birinci öğretim derslerini almak: Paha biçilemez...

Klasik olarak herkesin hayatındaki olayları yorumladığı MasterCard metodunu, ben de Ekle-Sil günü için uygulayayım dedim. Nasıl ama?
Bookmark and Share

12 Eylül 2009 Cumartesi

Konuşursam hayatım tehlikeye girer! Yersen.

Yapmayın lan... Amaç güldürmekse daha iyi yollar var.

Anlamadınız tabi. Merabalar. İyi bir giriş yapmış sayılmam, ama FaceTube'da (sürekli video paylaşılan Facebook'a FaceTube denir) karşılaştığım bir video, beni çığrımdan çıkardı. Kahkahalar attım. Videonun sonuna doğru nutkum tutuldu gerçi.

Sinir bozucu bir müzik, altı boş demeçler, klasik "Tehlikenin Farkında Mısınız?" videosu. İnsanlar bunları paylaşmaktan hiç mi hiç sıkılmıyorlar.

Önce videoyu izleyin bence. Siz de gülersiniz.


Böyle bir şey, doğruluğu tartışılırdır. Ve bence tek bir açık yakalandıktan itibaren doğruluğu geçersiz sayılır.

Ben bir tane buldum, biraz daha düşündüm, gerisi çıktı.

* Google'da "contorium" yazdım, 9.080.000 sonuç olduğu söylendi, ve henüz Enter tuşuna basmamıştım.

Bu sadece ilkiydi. Diğerlerini de sıralayalım.

* Windows'ta portlara verilen isimleri klasör ismi olarak veremezsiniz. Dilerseniz bunları "lpt", "com1", "com2" ve "aux" olarak deneyebilirsiniz. Hiç biri açılmayacaktır.

Not: Ben de salaktım. Bütün araştırmalarımı "Con" klasörü altında toplayacaktım... Allah seni kahretmesin Bill Gates, masaüstüm dağınık oldu şimdi araştırmalarımı yaparken!

* Periyodik tablo baskıdan dolayı değil, bilinmediğinden dolayı başta 63, daha sonra Mendeleyev'in ölümüne kadar 86 tane elementten oluşturulmuştur. Bulundukça sayıları artmıştır.

* Elementin kısaltmasının "Con" olup da, izotoplarının isminin "Com1" ve "Com2" olması oldukça ilginç...

Daha fazla konuşursam hayatım tehlikeye girer!

Bütün bunlar kimin oyunu sanıyorsunuz?

Tabii ki Amerika, Rusya ve İsrail ittifakı.

Yaa... Bu işler böyle...

Not: Bir masada global siyaset konuşulurken, konu Amerika, Rusya veya İsrail'e çekilirse, ben o masadan kalkarım. Üstünde konuşulması en gereksiz ülkeler. Tamam, güçlüler öbür yandan. Ama bütün haltları onlar yemediyse siz ne halt edeceksiniz e be yüzeysel siyasetçi arkadaşlarım?
Bookmark and Share

8 Eylül 2009 Salı

Uyuyamadım.

Aşağı yukarı saat 4 gibi uyandım. Bilgisayara koşturdum. Bir bölüm Kobra Takibi izledim. Dalga geçmeyin, çok pis gerilir, hop oturur hop kalkarım o dizide. Semih Gürkan, kullandığı arabadan dolayı favorimdir.

Sonra yeni header logoyu düzenleyeyim dedim. Yaptım. Siteye küçük geldi. O kadar uğraştığıma üzüldüm.

Sonra bu blog'u yazmaya başladım. Neden bilmiyorum.

Bu arada, blog'uma yeni yeni aparatlar arıyorum, sağ frame'e takalım diye. Bi el atıverseniz nası sevincem biliyonuz mu...
Bookmark and Share

5 Eylül 2009 Cumartesi

The Astra Incident

Ben size "Türkiye'nin bu karanlık ve puslu servisinde geçen tüm kişi ve kurumlar hayal ürünü, parçalar muadildir" diyeceğim ama bilesiniz ki gerçek.

Bunların hepsi bu yaz başıma geldi.

Bu arada parçalar da muadil yani. Orası gerçek.

Delireceğim.

Okulu bırakıp trafik muamelecisi falan olmak üzereyim. "Falan olmak" anlamında değildi. Trafik muamelecisi ve türevi anlamında söylemiştim.

Son 3 ayda, İstanbul'daki türlü Emniyet İlçe Müdürlükleri'nde, kasko şirketlerinde, servislerde, araç kiralama şirketlerinde nasıl işler döndüğünü çözdüm. Araç kiralama işi pek sıkıntı barındırmıyor ama yine de bişeyler oluyor sonuçta oralarda da.

Özel servislerin ciddi bir bölümü puşttur. Özel servise gitmek ciddi bir dikkat ve önem gerektirir. Puştluklar için örnek verecek olursak, sevgili Astra'm önemli bir örnektir.

26 Mayıs 2009 tarihinde Astra'cığım ciddi bir kaza geçirdi. Araçtakilerin sağ olarak kurtulması oldukça büyük bir şanstı. Tanıdığımız olması sebebiyle Libadiye'deki özel bir X Servis'e aracımızı çektirdik. Lakin dost kazığı yiyeceğimizi nereden bilebilirdik...

6 Haziran 2009, yer X Otomotiv. Servisin sahibi Murat usta arabamı henüz lifte kaldırmadan arabama pert dediler. Ön ekspertizde 18 bin liralık masraf çıkmış. Önce Astra'm gittiği için üzüldüm. Sonra daha çok istediğim, daha tasarruflu, daha ufak başka bir arabayı kaskodan gelecek parayla alabileceğimi düşündüm. Yani sonradan sevindim.

22 Haziran 2009. X Otomotiv'de yaprak kıpırdamıyor. Arabam 16 gündür depoya çekilmiş halde.

4 Temmuz 2009. Murat telefonla babamı arıyor. Babam o sırada İzmir'de. Murat, arabanın tamamıyla orijinal parçalarla onarılacağını söylüyor (M: Hocam arabanı topluyoruz, pert vermediler. Full orijinal Alman topluyoruz). Öncelerde pert raporu alabilecek aracımızın şimdi niye onarımının yapıldığını anlayamıyoruz.

İlerleyen günlerde arabanın onarımını takip ediyorum. Sevgili Murat, çalışanlarına arabanın içinde çalışırken koltuklara kılıf takacak kadar bile akıl veremiyor. Leş gibi koltukları görünce Murat'a ültimatom verdim. Zira arabam 2004 model, 28972 km'deydi. Yani emsalsiz bir temizlikte. Koltukları sıfır gibiydi. Kendi yediği halt olduğu için, araba bittikten sonra derhal oto kuaföre göndermesini emrettim. Gerçekten emrettim ama. Laf olsun diye söylemiyorum.

Onarımdan ufak ufak notlar alıyorum. Yamulan sol çamurluğum değiştirilmiş. Murat aklı evvel ya, sigorta şirketinden gelen muadil parçayı takmaktansa elinde kalan çıkma çamurluğu takıyor. Üzerindeki çizikleri soruyorum, Murat arabamın en son rötuşları için boyaya gideceğini söylüyor. Sis farları bulunan arabama takılan yeni tamponda sis farı bölmesi yok. Soruyorum, tamponların artık tek tip geldiğini, işaretli bölmelerden kesilerek sis farlarının takılacağını söylüyor Murat. Tamponun gazete kuponu gibi bir şey olmadığını tahmin ederek işaretli yerlerden kesilmesinin içime sinmediğini belirtiyorum. Nitekim korktuğum da başıma geliyor. (final raporunda açıklayacağım)

15 Temmuz 2009. Arabanın durumunu sorduğumda, ekspertiz şirketinden sürekli adam geldiği ve arabanın toplanma sürecini kontrol ettiğini öğreniyorum. Bundan rahatsızlık duyan Murat da eksperimi kovmuş. Sinirlendim. Zaten tamir sürecinin uzun olmasından kaynaklanan işkillenme katsayım gittikçe artıyor.

26 Temmuz 2009. Arabam tam 2 aydır Murat'ta. Baktım, liftin üzerinde arabam. Halen boya yapılmamış. Neyi beklediklerini sordum, orta konsolu ve hava yastıklarını bekliyorlarmış. Opel'in parça tedarikçilerinin ne iş yaptığını anlayamıyorum, nasıl olur da parçalar bulunamaz diyorum. Murat'ın bana parasını vermesi karşılığında tüm parçaları ertesi günü getireceğimi söylüyorum, Murat "Ben hallederim" diyor. Bekliyoruz. Bu arada kazada camım da patlıyor, dikiz aynam kaza sırasında düşüp parçalanıyor. Yeni gelen dikiz aynasına bakıyorum. Muadil olarak X bir markanın ürünü takılmış. Aynayı camdan ayırıp Murat'ın ayaklarının önünde yere vurup parçalıyorum. Derhal orijinalinin getirilmesini emrediyorum. Yine çok sinirliyim çünkü. Hasarlı plakalarımı veriyor bana Murat, hadi sen de plakalarını yaptır diyor. APP yaptırmamı da söylüyor. Zaten canım istiyordu, yaptırayım dedim.

1 Ağustos 2009. Murat, arabanın rötuş boyaya gittiğini söylüyor. Babam, hava yastıklarının gözünün önünde ambalajından çıkarılmasını, ardından monte edilmesini istediğini söylüyor Murat'a, Murat hava yastıklarını benim gördüğümü söylüyor. Görseydim yukarıda belirtirdim. İşkillenme tavan düzeyde. Farlarımdan biri kazada kırılmış, diğeri de bol miktarda çizilmiş. Kırık olan değiştirilmiş, çizik olan aynen kalmış. "Murat'cım, öbür far senden olsun artık" dedim. Kabul etti. Daha sonra far başına 60 TL farkla Hella marka siyah farları istedim. Anlaştık, ayrıldık. Akşam gelen telefonla far başına 100 TL farkla GM-Hella marka siyah farlar takılıyor. Aynı üretim, sadece GM logosu var farın üzerinde. Evde olmamam nedeniyle babam kabul ediyor.

İşin bu kısmı, benim Emniyet maceramı barındırıyor. Nasıl bir şanssızlıkla, her türlüsü gelip beni buluyor.


2 Ağustos 2009. Plakalarımı yaptırmak üzere Acıbadem - Kadıköy - Eminönü - Yusufpaşa - Aksaray - Fatih güzergâhını izleyerek İstanbul Emniyet Genel Müdürlüğü'ne gidiyorum (Vatan Cd.). Vekaletsiz bu işi yapamayacağımı söylüyorlar. Fatih - Aksaray - Yusufpaşa - Sirkeci güzergâhını izliyorum, noterden vekalet alıyoruz. Aynı güzergâhı tekrar takip ederek Trafik Şube'ye giriyorum. Plaka için sevk veriyorlar. Ya Bağcılar'a, ya Beşiktaş'a gitmem gerektiği belirtiliyor. Bağcılar'a gitmeye üşeniyorum. Fatih - Aksaray - Yusufpaşa - Kabataş - Beşiktaş Rıhtım - Çırağan Sarayı güzergâhıyla Beşiktaş İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne gidiyorum. Arkadaki Şöförler Odası bölümünde plakaların basıldığını öğreniyorum. 17 TL'ye normal, 40 TL'ye APP plaka basıldığını öğreniyorum. APP plaka istiyorum. 40 TL vermiş olmama rağmen bana 17 TL fatura ediliyor. Saatin geç olduğunu fark edip evime dönüyorum.

3 Ağustos 2009. Sabah erken kalkıp Beşiktaş'tan plakalarımı alıyorum. Mühürletmek için önce Beşiktaş İlçe Emniyet Müdürlüğü'nü deniyorum. Plakalarımı kırmamı istiyorlar. Hamdi Bey'in teklifine teşekkür edip devam ediyorum. Fatih'e geçiyorum. Arşiv'deki ayarcı memur bey, standart plakaları göstererek "Bi buna bah, bi de buna. Ben buna mühür vurmam" diyerek plakamı yere atıyor. Ancak kendisine yolda gelirken sayısız APP plakalı araç gördüğümü belirtiyorum. "Benimle ne alagası var argadaşım?" diye çıkışıyor. Bir diğer anlayışlı memur bey ise "Keşke plakasını alsaydınız beyefendi" diyor. Ayarcı memur beye ben de ayar oluyorum. Vatan Caddesi'ne çıkıyorum. 15 dakikada tam 21 adet APP plakalı araç tespit ediyorum. İki tanesi Fatih'ten tescil edilmiş, 2009 model araçlar. Arşiv'e geri dönüyorum. Ayarcı bey bu sefer de "Ben burdayken basıldığı ne malum onların" diyor. Madem yönetmelik, herkes uymalı diye düşünüyorum ve mühür basılmıyorsa hiç basılmaması gerektiğini düşünüyorum. "Ben bunlara basmıyorum, istersen amirimi git gör" diyor. "Büyük bir zevkle" diyorum, klasik 'haritadan yer seç' tribine girmedim tabii ki. Keza ben kimim ki? Ancak amire çıkmıyorum. Anadolu Yakası'nda Kadıköy, Bostancı, Maltepe ve Ümraniye İlçe Emniyet Müdürlükleri'ne uğruyorum. Hepsi gayet anlayışlı bir şekilde bunlara mühür vurulamayacağını, ancak orijinallerini bagajımda taşımam suretiyle arabama takarsam sorun çıkmayacağını belirtiyor. Yoruluyorum. Eve dönüyorum.

4 Ağustos 2009. Sabah erken kalkıp Fatih'e gidiyorum. Arşivde şansımı tekrar deniyorum. Ayarcı yine orada. "Yine mi sen" diyor. Ben de "Evet, yine ben. Bu plakayı mühürletmeden çıkmayacağım bugün burdan" diyorum. Yine "İstersen amirimle konuş, bir Allah'ın kulu bana mühür bastıramaz bunlara" diyor. Neticede Allah'ını görecek o ayarcı diyorum. Amire çıkıyorum. Kapısını tıklıyorum, açıyorum, içeride bir sivil bir de üniformalı iki memur var. Daha sonra uğrayabileceğimi söylüyorum. Amir beni içeri buyur ediyor. Derdimi anlatıyorum. Trafik Şube Amiri, orijinal ve APP plaka arasındaki farkı bile bilmiyor. Ancak oradaki sivil ve kolu kırık memur ortalığı iyice alevlendiriyor. Plakalarımın yönetmeliğe uygun olmadığını, dolayısıyla mühürlenemeyeceğini söylüyor. Farktan haberdar olmayan amir, yapabilecek bir şeyinin olmadığını söylüyor. Yönetmeliği görmek istediğimi belirtiyorum. Kolu kırık memur bey "Amirim, Trafik Mevzuatı madde 26'da yazıyor" diyor. Maddeyi ısrarlarıma rağmen göremiyorum. Amire böyle bir işlem yaparlarsa hata yapacaklarını, elimde orijinal plakanın karşılığı olan 17 TL'lik fatura bulunduğunu belirtiyorum. Amir şaşırıyor. Evraklarım elinde. Saatlerce sigara içmemiş olmanın verdiği gerginlik ve beynime kan sıçramasıyla "Mühürlemiyorsanız ben bunları arabama takıp gezeceğim, bilginiz olsun" diyorum. Amir "Merak etme, plakanı aldım ben senin" diyor. "Merak etmeyin, buralarda takılmıyorum amirim" diyorum. "Sen merak etme, ben seni bulurum" diyor. "Tabii ki," diyorum "başka işiniz mi var?" Bu ayarlaşmalara rağmen teşekkür ediyorum. Girişte üst baş araması ve kimlik kaydı yapan memur beye yönetmeliklere nereden bakabileceğimi soruyorum. E-Mail odasına yönlendiriyor beni. Orada bir Ertuğrul bey varmış. Gidiyorum. Kapıyı çalıp içeri giriyorum. Plakamın Arşiv'deki memurlar tarafından mühürlenmediğini, mühürlenmeme gerekçesi olarak da yönetmeliği gösterdiklerini söylüyorum. Önce yönetmeliğe bakıyoruz, hem kolu kırık, hem de ayarcı memur beyler kolpalamışlar. Daha sonra Ertuğrul bey, Arşiv'den kimin işimi yapmadığını soruyor. "Ali bey" diyorum suratımda minik bir gülümsemeyle. Halbuki havai fişekler patlatacak kadar sevindim. Aşağıda belirttiğim konuşma aynen yaşandı.
Ertuğrul bey: Bana arşivden Ali'yi bağlayın... Ali, burada bir adam var, niye mühürlemediniz lan adamın plakasını?
Ali: Abi APP plakaya basmıyoruz mühür, falan da filan da.. yönetmelik bilmemne..
E: Ali, biliyorsun sikerim ben o yönetmeliği! Yolluyorum kardeşimi hemen halledin işini gitsin adam. *ÇAT*
Telefon kapanıyor. Bıraksalar Emniyet'in içinde havai fişek patlatacağım. Çok çok teşekkür ederek ayrılıyorum. Arşiv'e yüzümde pis bir sırıtmayla iniyorum, plakam mühürleniyor. Ayarcı memur beyle son ayarlarımızı veriyoruz birbirimize. Kendisini hata yapmak zorunda bıraktığımı söylüyor. Ben de hataysa eğer, kendilerinin orijinal plakalarını basan Şoförler Odası'nın bu plakaları basmaması, bastıysa da orijinal plaka basmış gibi fatura kesmemeleri gerektiğini söylüyorum. Plakalarımı alarak X Otomotiv'e tekrar gidiyorum. Kaskodan aldığım kiralık araçla birlikteyim. Arabamı göremiyorum. Arabamın oto kuaförde olduğunu söylüyor. "Hadi gel, gidip alalım" diyor. Sanıyorum ki iki adımlık bir yol. Kiralık arabaya yöneliyoruz. Anlayamıyorum. Çengelköy'e gidiyoruz. Murat'ı oto kuaföre bırakıp servise geçiyorum. Arabamı bekliyorum. Astra'm geliyor. APP plaka ona çok yakışıyor tabii. Ve arabada beğendiğim sadece 2 yer var, sipariş ettiğim siyah farlar ve APP plakalar. Direksiyona geçiyorum. Ortadaki göbek yerine tam oturmamış. Göbekteki deride 4 noktada derinin pulları kalkmış. Opel logosu çizikler içinde. Kazadan sonra benim arabamdan çıkan direksiyon kapağını taktığını iddia ediyor. Elimde fotoğraflar mevcut, ortadaki kapak yırtılmış. Oturma sorununa "Zamanla oturur" diye yanıt veriyor. Sağda torpido kapağında iki tane kocaman yuvarlakta boya atmış. "Zamanla düzelir" diyor. Murat'ı anlayamıyorum. Test sürüşüne çıkıyoruz, vitesleri geçiremiyorum. Ama C3'e alışmışım. Orada kimsenin bir suçu yok. Niyeyse Murat, arabanın sadece koltuklarını temizletmesi gerekirken, arabaya komple pasta-cila, boya koruma vesaire yaptırıyor. Arabanın 10 numara olduğunu söylüyor ve benden kendisine 100 lira bahşiş vermemi istiyor. Açık şekilde babayı alacağını belirtiyorum. Murat onarım bedeli olan 10 bin lirayı istiyor. Ertesi gün babamla son kontrole gelmek istiyorum, kontrolden OK çıkarsa parasını havale edeceğimi belirtiyorum. Ayrılıyoruz.

5 Ağustos 2009. Arabaya bakmaya babamla gidiyoruz. Kaput, tampon, ön cam muadil olarak gönderilmiş. Tampona sis farları için bölme açarken kesim düzgün yapılamamış. Sis farlarından biri aşağı, diğeri tam karşıya bakıyor. Kaput tam bir rezalet. Sadece bir sac parçası. Altında ses yalıtımını sağlayan 'panzot' denen siyah, süngerimsi malzeme yok. Torpido kapağının altında çatlak var. Yeni gelen ayna güzel, beğeniyoruz. Hava yastıkları tedirginlik yaratmaya devam ediyor. Far ayarı tutmuyor, farlar karşıyı göstermiyor. Kazada egzoz da delinmiş ve değiştirilmemiş. Sinirleniyoruz babamla. Arabayı mükemmel topladığını, 10 numara araba olduğunu söylüyor, köyüne gitmek için arabamı istiyor. Bana 17 bin lira ödemesi koşuluyla arabamla istediği yere koşa koşa gidebileceğini söylüyorum. Arda'nın çekiç hikayesi geliyor aklıma, bagajdan çekici hazırlıyorum. Vazgeçip şarjlı tornavidanın ucunu değiştiriyorum, matkap ucunu takıyorum. O anda bütün tamirhaneyi dağıtabilecek donanıma sahibim. Bu parçaların şirketten gönderildiğini, kendisinin bir şey yapamayacağını söylüyor. Aynayı hatırlatıyorum. Babam ayna olayından haberdar değil. Siniri katlanarak artıyor. Torpido gözünü ve kapağını eksperin yazmadığını söylüyor. İhtiyacımız olduğu için arabayı alıyoruz. Murat'a parası henüz ödenmedi. Eve dönerken lastikleri yenilemek üzere lastikçiye gidiyoruz. Jantların hepsinin yamuk olduğunu, sadece stepne ve kazada yenilenen jantın sağlam kaldığını söylüyor. Köpürüyoruz, küplere biniyoruz. Orta konsolda bir delik tespit ediyorum.

6 Ağustos 2009. Araç Antalya yoluna çıkacak. Güvenemediğimi söylüyorum babama. Özel Opel Dünya servisine gidiyoruz. Buradaki insanlar işlerini düzgün yapıyorlar. Aracımı hasarlı fotoğraflarını gösteriyorum. Hiç bir motor bilgisini istemeden, otomatik olarak pert diyor usta. Kazada yağ filtresi ezilmiş. Değiştirilmemiş, kendimiz değiştiriyoruz. Egzozun delinmesinden dolayı araçta korkunç bir ses var. Egzozu da değiştiriyoruz. Şüphe üzerine arabadan hava yastıklarını çıkarttırıyorum. Direksiyondakinin altında "Opel Korsa" yazıyor altında. Fotoğraflarını çekiyoruz. Murat bey sıfır ve orijinal parça taktığını iddia ediyordu. Servise gidip inatla soruyorum. "Murat," diyorum, "bu araba içine sindi mi?". Murat son derece rahat bir ifadeyle "On numara araba oldu Onur'cum, şu arabayı bir ver de köye gideyim" diyor, yüzsüzce. Soruyorum, "Yahu Murat, babama demişsin Onur hava yastıklarını gördü diye. Ben görmedim ya, bir çıkaralım mı şunları?" Murat tutuşuyor. "Oğlum, ordan bi tork getirin bana" diye elemanlara sesleniyor. Sonra tork karambole geliyor, konu bir anda ödemeye geliyor. İşler bitmeden tek kuruş para alamayacağını söylüyorum.

Yukarıda direksiyon kapağıyla ilgili şikayeti sordum Murat'a. Direksiyon kapağını değiştirmesi gerektiğini söyledim. Israrla arabamdan o kapağın çıktığını söyledi. Dayanamadım, telefonu çıkardım gösterdim. "Yahu Onur'cum, boşverelim bunları" diyor. "Murat'cım, sen bu parçaları sıfır olarak takmak için para alacaksın. Çıkması için değil" dedim. Hava yastıklarının kapaklı ve kapaksız olarak iki farklı şekilde geldiğini söylüyor. Şikayet edeceğimi söylüyorum. Murat bunu üzerine kapaklı bir hava yastığı seti sipariş ediyor. Neden hava yastığıyla birlikte istediğini gayet iyi anlıyorum, zira yeni kapağı takmak için hava yastıklarını çıkardığı zaman rezilliği ortaya çıkacak. Anlamamış gibi yapıyorum. "Murat, neden hava yastığıyla sipariş ettin?" soruma "Onur'cum bunlar sadece hava yastığıyla birlikte geliyor" diyor bana. Saçma. Diğer şikayetlerimi söylüyorum. Konsoldaki deliği de soruyorum. Delik kesinlikle servisin suçu. Sıfır parça ise sıfır olmalı arabamın üzerinde. Konsolu sipariş etmesini söylüyorum. "Onur'cum, sen gel şu deliği görmezden gel, ben sana bir lastiğini hediye edeyim" diyor. Konsolun fiyatı 2.000 TL, bir lastik 165 TL. Konsolda ısrarcı oluyorum. Hava yastıklarından dolayı çekincelerim var. Bana kesilen faturada 2.130 TL hava yastığı görünüyor. Opel yetkili yedek parça tedarikçisine telefon ediyorum, iki hava yastığına beyin hariç 4.000 TL fiyat veriyor. Yine saçma. Teneke gibi kaputtan da şikayet ediyorum, orijinali sipariş etmesini söylüyorum. Yani Murat, hiç yokken 600 TL kaput + 2.000 TL konsol + 450 TL torpido + 1.900 TL sürücü hava yastığı (ama kapaklı!) = 4950 TL içeri girecek. Parçaların ne zaman geleceğini soruyorum. İki gün sonrasına konuşuyoruz. Servisten çıkarken "Yahu Onur'cum, parayı bizim hesaba havale yapar mısın? Çeklerim var, ödemem gerekiyor" diyor. "Parçalar gelsin, sonra havaleyi yaparız. İş bitmeden para yok Murat" diyorum. Adeta parayı sallıyorum, kuçu geliyor. "Abi çekler var ama" diyor, "Peki Murat, 5.000 TL gönderiyorum akşam" diyorum. Akşama telefon geliyor, "Onur'cum parçaların yarın sabah geliyor, akşama takarız, çıkar araban" diyor. Ertesi sabah gitmiyorum. Bugün puşt olan benim.

8 Ağustos 2009. Murat'a hava yastıklarını değiştirmesini söylüyorum. İkisini birden. Yani toplam zararı 7.000 TL'ye ulaşıyor. Arabayı 17.000 TL'ye satın almasını teklif ediyorum. Rezilliği de ortaya çıkmayacaktı hesapta. "Olmaz Onur'cum, kazalı araba bu, ben bunu almam" diyor. "Peki Murat, parçalarımı getiriyorsun, başlıyoruz. Konsol nerde?" Murat konsolu sipariş etmediğini söylüyor. Arabamı servise çekiyor, iki gün sonra gelmemi söylüyor. "NAH!" diyorum Murat'a. Arabamı alıp çıkıyorum. Parçaları derhal getirmesini, yoksa bu işi tam 5.000 TL'ye kapatacağımızı söylüyorum.

10 Ağustos 2009. Telefonum çalıyor. Arayan Murat. "Hocam baktım krediler çok uygunmuş, ben arabayı alayım senden, köye gidecem haftaya" diyor. Gidiyorum. Serviste önce el sıkışıyoruz, gönderdiğim 5.000 TL'yle birlikte 12.000 TL havale alacağım. Notere geçiyoruz birlikte. İşlemler başlıyor. Parayı henüz almadım. "Hadi hocam, imzala da yapalım havaleni" diyor. "Murat, para yanında mı?" diyorum. Hayır diyor. "Önce havale, sonra imza" diyorum. "Bana güvenmiyor musun" diyor Murat. Duygu sömürüsünü sevmem, ayrıca güvenmiyorum da. "Güvenmiyorum Murat, benim canımla oynayan adam paramı da yürütür. Bu işler böyle" diyorum. Bankaya gidiyoruz. 12.000 TL hesabıma geçiyor. Kaskodan kalan 5.000 TL'yle birlikte arabamı 17.000 TL'ye satmış oluyorum. Normalde satamayacağım bir fiyat bu. Ben arabayı rayicinden pahalıya satıyorum, Murat'ın adiliği de ortaya çıkmıyor. Alan-satan memnuniyeti. Geri dönüp imzayı atıyoruz. Noterden çıkarken tekrar arabanın içine sinip sinmediğini sordu. Yine on numara bir araç topladığını, onunla köye gideceği bilgisini veriyor. Çok da umrumdaymış gibi. "Onur'cum, ne araba alırsan al, gel modifiyesini yapalım" diyor. "Emin ol gelirim" diyorum. Honda Civic aldığımı, artık servis-müşteri ilişkimizin sona erdiğimi söylüyorum. "Hayırlı olsun, kazasız belasız kullan" diyorum yüzüne, içimden dediğimse tamamen zıttı. "İnşallah kaza yaparsın, hava yastıkların açılmaz inşallah" diye bir modern beddua ediyorum. Acıbadem'e geri dönüp Civic'ime biniyorum. Astra'dan kurtulduğumuz için herkes memnun.

4 Eylül 2009. Ataşehir'den dönerken E-5'i kullanıyorum. Fikirtepe civarlarında, Kadıköy yönünde, soldan 2. şeritte ilerleyen gri bir Astra görüyorum. Plakası 34 UG 1116. İçimden hanım efendiye yazık, Murat'a hiç bir şey demiyorum. Allah'a sevklerini gerçekleştiriyorum. Sola sinyal verip yanından sakince süzülüyorum. Astra aynamdan kayboluyor. Murat da.


Ön taraftan hasar görüntüsü.

Aynen öndeki hasar.

Ön soldaki vaziyet. Far parçalanmış, çamurluk farklı alemlerde.

Kaldırıma vurulunca yamulan jant.

Murat'ın iddia ettiği yırtılmayan direksiyon kapağı ve açık hava yastıkları, ayrıca patlak cam.

Cici sol çamurluk.

Patlak cam. Hukukçular ve İdareciler Sitesi sticker'ı hala yerinde.

Her şey gider de, tampon kalır mı yerinde?

Kaza sırasında boyasını kaybeden torpido kapağı, yırtılan torpido.

Şimdi başlayalım şikayetlerimize.


Kıçı başı ayrı oynayan direksiyondan radyo-teyp kumandam.

Konsoldaki delik.

Torpido kapağının altındaki çatlak.

Konsolu yerleştirme işi adam gibi yapılamamış. İyice gazladığım zaman elimde kalıveren CD changer adayı bölme.

Hem düzgün takılamamış, hem değiştirilmemiş torpido gözü kapağı.

Değiştirilmesi gerekirken rötuş yapılmaya çalışılmış, beceriksizce rötuşlanmış ayna kapağı. Bari düzgün rötuş yapın lan.

Özel siparişim olan siyah farlarım. Lakin altındaki lastiği kimse anlayamadı. Bir de ayarları düzgün değildi tabii.

Panzotsuz "muadil" kaput. Teneke parçası. Altında ses yalıtımını sağlayan o süngerimsi malzeme yok.

İşte Murat'tan muhteşem final! Opel Astra marka-model aracıma, sıfır takacağını iddia ettiği sürücü hava yastığı. Opel Corsa'nın bile değil, bakın, Opel Korsa yazıyor. Anlaşılması güç adamsın Murat.

Bu da sizler için hazırladığım minik bir şaka. "Bakın, Murat muadil parçalar diye diye Astra'mızı ne hale getirdi..." Heh heh heh.
Bookmark and Share